RÜYASINDA PEYGAMBER EFENDİMİZİ GÖRDÜĞÜNÜ AÇIKLAYAN TELEVİZYONUN ÜNLÜ İSMİ KİM?

Asaf Demirbaş, bir dönem TRT’deki dinî yayınlara damgasını vurdu. Daha çok ormanı, ağacı anlattığı için eleştirildi. Güçlüydü, yerinden oynatılamadı, “TRT’nin demirbaşı” sayıldı. Emekli olunca ticarete atıldı, iflas etti, yardıma muhtaç kaldı. Bir dönemin sembol isminin ibretlik öyküsü...

“İslam’ın orman sevgisine verdiği önemi anlatır mısınız, Hocam!” Zihinlere kazınan bu unutulmaz ifadeler İnanç Dünyası, İftara Doğru, Sahur programlarında defalarca tekrarlandı. Bir dönemin efsane ismi Dr. Asaf Demirbaş, tam 25 yıl TRT ekranlarında boy gösterdi, dini programlar hazırladı ve sundu. Hem de, ‘soyadı’nın hakkını vererek. Sahi, o ünlü ilahiyatçı—televizyoncu şimdi ne yapıyor, hiç merak ettiniz mi? Birçok insan onu hâlâ görevde sanıyor.

Oysa, üç yıl önce, TRT’den sessiz—sedasız emekliye ayrıldı Demirbaş. Ardından ticarete atıldı, çok acı bir tecrübe yaşadı. İflas etti, “yardıma muhtaç hale” geldi, hastalıklarla uğraştı. Ankara’nın Ayaş İlçesi’nde başlayan ve “varlıktan yokluğa”, “yüksek makamlardan yalnızlığa” uzanan hayatında şimdi yeni bir dönem başladı. Demirbaş, tıpkı eski günlerdeki gibi, yeni kurulan bir özel televizyonda dini programlar yapıyor artık... Küçük bir Anadolu kasabasında, geniş arazilere sahip varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir, Asaf Demirbaş. Üniversite sınavlarında aldığı puanın Ankara İlahiyat Fakültesi’ni kazanmasına yetmesi, ‘dindar’ olan ailesini sevindirir. Hatta babası, “Asaf okulu bitirsin, bir araba alayım; arkasına koysun cübbesini gezici vaizlik yapsın” diyerek sevincini dışa vurur.

Üstelik, Demirbaş da gidişatın nereye olduğunu sezmeye başlar, daha ilkokulda iken gördüğü ve yıllar boyu unutamadığı rüyasını hatırlar: “Peygamberimizi gördüm, elinde etrafa ışık saçan bir kalem vardı. ‘Kalemi sana hediye ediyorum, İslam’a hizmet edeceksin’ dedi. Yıllar sonra, televizyonda program yapacağıma yordum bu rüyayı.” Esat Coşan’ın öğrencisi Demirbaş, üniversitede değerli hocalarla tanışır, Hilmi Ziya Ülken ve Esat Coşan gibi. “Ahlaklı bir insandı, öğrenciler onu çok severdi. TRT’de çok program yaptım kendisiyle. Vefat ettiğinde çok üzüldüm” ifadelerini kullanıyor Coşan için.

İş hayatına, aynı fakültenin sonradan müdürlüğünü yapacağı kütüphanesinde atılır. Bol bol kitap okur, Arapça ve Osmanlıca’yı orada öğrenir. Kısa süreli vaizlik de yapar, babasının özlemini sembolik de olsa gerçekleştirir. TRT günleri, 1974’te prodüktörlük sınavını kazanmasıyla başlar. Başlangıçta, köylüye yönelik yayınlar hazırlar. Zaten, o dönem, TRT’de radyo dışında dini yayınların esamisi okunmaz; ta ki 1975 yılına kadar. Kurumun başında Nevzat Yalçıntaş (şimdi AK Parti milletvekili) vardır ve o yıl, yayın akışına “İftara Doğru” programı konur. Günde yarım saatliğine de olsa ilahiler, sohbetler, Kur’an ve ezan ilk kez ekranları süslemeye başlar. Demirbaş, bunları aktarırken “Karşı çıkanlar, direnenler oldu basın ve bazı çevrelerden. Bir süre sonra övücü yazılar geldi.

Burhan Felek, Nevzat Bey’i tebrik etti” diyor. 1976, Demirbaş için sıkıntılı geçer. Kendisini Eğitim Yayınları’nın başına getiren yeni Genel Müdür Şaban Karataş’la ters düşer. Anlattığına göre, Karataş, Muzaffer Ozak’ın ramazan programlarına çıkarılmasını ister. Ancak, Demirbaş, “Cerrahi tarikatının lideridir ve kitapları Diyanet’ten raporludur” gerekçesini ileri sürerek buna itiraz eder. Karataş da, bürokratlarına dönerek “Bu bebeyi niye konuşturuyorsunuz” diye çıkışır. Artık, Demirbaş’a, istifasını verip kurumdan ayrılmak düşer. Karataş görevi bırakınca yeniden kuruma demir atar. “Aslında öyle davranmamalıydım” diyor bugün.

Ecevit dinî program istemiş Sohbet koyulaştıkça, TRT’nin dinî yayınlar tarihi de ortaya çıkıyor. Mesela, ekrandan ilk canlı mevlid yayınının 1974’te yapıldığını öğreniyoruz. Kıbrıs Barış Harekatı’nda şehit düşenler için Ankara—Maltepe Camii’nde okutulan bu mevlid, bir hayli ilgi görür; Diyanet, şeker yerine dini içerikli kitaplar dağıtır halka.

Yıllarca gizli kalmış bir olayı, Bülent Ecevit’in “dinî yayın” girişimini, yine Demirbaş’ın ağzından dinliyoruz: “Ecevit’in hakkını teslim etmeliyim. 1974’te başbakan iken, din işlerinden sorumlu Devlet Bakanı Dr. Lütfi Doğan’a (CHP’li olanı) yazdığı yazıyı gördüm. Yazıda, Doğan’dan TRT’de birleştirici dinî yayınların yapılması konusunda yardımcı olmasını istiyordu.” İnanç Dünyası darbeyle geldi Ecevit’in bu önerisi hemen hayata geçmez. 1980 yılına kadar iftar, bir de Kadir gecelerinin canlı mevlit programları dışında dinî yayınlara kapalı kalır, devlet televizyonu. Doğan Kasaroğlu döneminde işin rengi değişir. Mevlit yayınları, bütün kandillere yayılır. Tarih 27 Aralık 1980’i gösterdiğinde ise bir ilk gerçekleşir, bugün de devam eden “İnanç Dünyası” programı yayına başlar.

Bu ilkin, askerlerin 12 Eylül’de yönetime el koymasından üç ay sonra gerçekleşmesi ise ilginç bir ayrıntı. Bu arada, Demirbaş, ekrana adım atmanın heyecanını yaşadığı aynı gün babasını kaybeder. Haftada bir gün, 40 dakika izlenen “İnanç Dünyası” bir hayli yankı bulur. “Tek kanal vardı” diyor Demirbaş: “Haberlerden önce iyi bir saatte (prime—time) halkın karşısına çıkıyorduk. Çuvalla mektup geliyordu. Öneriler, istekler bitmiyordu. Hatta hiç unutmam, çok sayıda mektupta Fethullah Gülen’i ekrana çıkarmamız isteniyordu. Ben, o okulları gördüm, bu hizmetleri kimse inkar edemez.” “Mübarek gecelerde” canlı mevlitler devam eder. Ama, talihsizlik, İstanbul Fatih Camii’ndeki bir yayında bir—iki kişi Atatürk’ü yuhalar. Bunun üzerine, asker kökenli Genel Müdür Macit Akman, mevlitlerin banttan verilmesi geleneğini başlatır. Kerim Aydın Erdem zamanında yayın akışına sahur programları da eklenir. O artık bir fenomendir Asaf Demirbaş, 80’lerin sonunda Cem Duna tarafından yeni oluşturulan Dinî ve Ahlakî Yayınlar birimine müdür yapılır.

Yapımcı, sunucu ve müdür olarak ekranda hangi dinî yayın varsa hepsine damgasını vurur. Tesadüf ya, hep de insanların sofra başında olduğu bir saatte evlerin başkonuğu olur. Artık, bir ‘fenomen’dir o. Bu dönemde Demirbaş, eleştirilerin ve tepkilerin odağındadır. Programların içeriği, “dinin özü” noktasında halkın çoğunluğunu tatmin etmez, yetersiz bulunur. Sosyal ve kültürel konu başlıkları öne çıkar. Orman, ağaç, vatan, devlet, insan sevgisi; yardımlaşma, komşu hakkı, büyüklere saygı, küçüklere sevgi; mimari, sanat, müzik, sağlık, sigaranın zararları, az yemenin faziletleri; vergi; kurban derilerinin Türk Hava Kurumu için önemi gibi...

Konuklar için de benzer memnuniyetsizlik geçerlidir; emekli askerler, doktorlar, orman ve vergi müdürleri, uzayıp gider. Namaz kılmıyor dediler Aslında, bunların da dinde yerinin olduğu inkar edilmiyordu ama yavanlık, tek düzelik ve içerik noksanlığı eleştiriliyordu. Üstelik eleştiriler, programların formatıyla da sınırlı kalmaz, Demirbaş’ın özel hayatına/kişiliğine kadar uzanır: “Yine işe boğulmuşum. Hürriyet Gazetesi’nden bir muhabir aradı, ‘Hocam çok çalışıyorsun’ dedi. ‘Çalışmak da bir ibadettir’ karşılığını verdim. Haber, ‘Ben namaz kılmam çalışırım’ başlığıyla çıktı. Meşhur duahan merhum Nusret Yeşil, bunun ardından ‘Namaz kılmayan bir kimse dinî yayınları yönetemez’ diye açıklama yaptı. Ben de açıklamak zorunda kaldım, namaz kıldığımı, oruç tutuğumu. Böyle şeyler çok oldu.” Yıpranma süreci başlamıştır artık. Asaf Demirbaş, hedef yapılır.

Programlar için yeni yüzler aranır, ‘Bu programı sunacak başka biri yok mu?’ diye soran milletvekillerinin önergeleri Meclis gündemini bile işgal eder. “TRT’nin demirbaşı” nitelemesi dilden dile dolaşır. Demirbaş ise direnir bütün bunlara, yerinden oynatılamaz. Yardıma muhtaç olduğu günler 25 yılda on genel müdürle çalışan Asaf Demirbaş, TRT macerasını 2001’de tamamlar. Bu sessiz sedasız ayrılış, sıkıntı ve zorluklarla dolu dramatik günlerin de habercisidir aynı zamanda. Demirbaş bir şirket kurar ve “dedikodu olmasın” diye 5 yıl erken ister emekliliğini. Kürsü Yayıncılık kitap basar, televizyon programları hazırlar, Diyanet’e iş yapar, iyi de para kazanır. Ama, faizsiz bir finans kuruluşundan 200 bin dolar kredi alınması, “kader anı” olur. Çünkü, Şubat 2001 ekonomik krizi patlak vermiş, dolar yükselmiştir. Borcun geri kalan kısmının ödenmesi imkânsızdır artık. Borç batağı, hayatını kâbusa çevirir. Şirketi tasfiye eder, elinde avucunda ne varsa kaybeder. Evine, eşyalarına, son model arabalarına haciz gelir.

Elektrik ve su faturalarını bile ödeyemez, bir yaz günü evindeki buzdolabı götürülür, yiyecekler komşuya bırakılır. Bu arada, kardeşlerine ait iki un fabrikası ve BMC bayisine de el konur. Felaketler bitmez; cilt kanseri olur, oğlu rahatsızlanır. Yaşadıklarını anlatırken duygulanıyor: “Çoluk çocuk ailece perişan olduk. Allah, kimseyi gördüğünden ayırmasın. Varlıklıydım, birdenbire muhtaç duruma düştüm. Istıraplı yıllarım oldu” diyor. Ödünç para iste dostunu anla Demirbaş, içine düştüğü çeresizlikten çıkış ararken dostlarının kapısını çalar. Bazıları geri çevirmez, elden ne geldiyse yardım eder. Ancak, bazıları hayal kırıklığı yaşatır, yüz çevirir: “Allah, yardım edenlerden razı olsun ama geçmişte yardımım dokunan bazı insanlar beni görmezdengeldi, benden kaçtı. Bir kimse dost mu değil mi, ödünç para iste, anlarsın.” Sürekli basın kartı sahibi Demirbaş’a Basın İlan Kurumu kucak açar, 500 milyon lira verir. Borç aldığı finans kuruluşu da yüzüstü bırakmaz:

“Adamlar sağolsun, artık onlara geçti ama üç yıldır evimde oturuyorum, kira bile almıyorlar. Yine, el konulan fabrikaları da kardeşlerim kirasız işletiyor. İnsaflı kuruluşlar, Müslümanlığın üstünlüğü de burada belli oluyor. Onların, yardımlaşma ve acıma hissi daha fazla. Bankalara muhatap olsak, böyle yapmazlardı.” Demirbaş, içine düştüğü çaresizlikten çıkış yolu ararken, geceleri ağlayarak Allah’a dua eder. “İnsan iman eder, samimiyetle dua ederse kabul ediliyor; bunu yaşadım. Kanseri yendim, oğlum da Süleyman Ateş’in Kur’an mealini okuyarak iyileşti. Huzur bulduk” derken oğluna reçeteyi Başkent Hastanesi’nin sahibi Mehmet Haberal’ın yazdığını da ekliyor. (Haberal, ‘söyle meali okusun’ demiş). Demirbaş’ın dönüşü Haberal’ın katkısı sadece bu tavsiye ile sınırlı kalmaz. Sahibi olduğu özel Başkent Üniversitesi’nde haftada bir gün Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri vermesini önerir. Yine, haftada üç gün üniversitenin televizyonu ‘Kanal b’ye ‘Manevi ve Kültürel Değerlerimiz’ adlı bir program hazırlamasını da...

Bunlara, Ramazan için iftar ve sahur programlarını da ekleyen Demirbaş, aldığı maaşlarla borçlarını ödemeyi umut ediyor. Öncelikle de, evini kurtarmayı istiyor: “Finans kuruluşu söz verdi, beş yıl boyunca her ay 1,5 milyar lira ödemem durumunda evimi iade edecekler. Kızım ve oğlum da çalışıyor. Mercedesim vardı, varken olmaması zor. Kızım yeni araba aldı, çok sevindik.” Demirbaş şimdi eski günlerine dönmeye çalışıyor. Programlarını, stüdyo olarak kullandığı Diyanet İşleri Başkanlığı Binası’ndaki Din İşleri Yüksek Kurulu salonunda hazırlıyor. Programlarını izleme fırsatını henüz bulamadık. O yüzden içeriği konusunda yorum yapamıyoruz. Sadece, konuk sıkıntısı çekmediğini, elinde 100 kişilik bir liste bulunduğunu belirtmekle yetinelim. Zaplayıp zaplamamak size kalmış...

MEVLİDİN ORTASINA SİBEL CAN DÜŞTÜ

Asaf Demirbaş’ın, TRT’de yaşadığı ilginç anıları da var. İşte, onlardan birkaçı: Diyarbakır’dan canlı mevlit yayını yapıyorduk. Yayının tam ortasında, Kur’an okunurken ekrana şarkı söyleyen Sibel Can girmesin mi... Tabii, ortalık karıştı. Yönetmen hatası olmuştu, kasıt yoktu. Sorumlu arkadaş görevden alındı ve radyoya gönderildi. Üç ay sonra dönebildi. Agah Çubukçu’yu çıkarmayın Dinî konularda yetkili bir zat, “Agah Çubukçu’yu (İnanç Dünyası’nın vazgeçilmez konuğu ve daha çok Yunus’tan şiirler okuyan ilahiyatçı) artık çıkarma” dedi. Çubukçu’nun kitaplarının Diyanet tarafından basıldığını söyleyince, “Yanlış adam seçmişiz” karşılığını verdi. Turan Dursun’un isteği Turan Dursun (silahlı saldırıda öldürüldü), radyoda dinî yayınlar yapıyordu. Vatandaşı üzen programlar yapınca görevden alındı. Bir gün bana geldi. “Televizyondaki programları bana bırak. Sen laik çizgide yapamıyorsun. Biraz da dinsizlik üzerine yapacağım” dedi. Bilgiliydi ve Arapça’sı çok iyiydi. İbni Haldun’un Mukaddimesi’ni Türkçe’ye çevirmişti. Sivas’ta müftülük yapmış, namazında niyazında bir insanmış, sonradan değişmiş. İnsan, inanmayabilir ama bunu işine yansıtmamalı. Dinî yayınları yapacak kimseleri, iyi huy sahibi, inançlı, dinî bilgisi olanlar arasından seçmek lazım. Bu, sıradan bir iş değil. Halkımız çok hassas çünkü. Önerge verildi RP’li (kapatılan) bir milletvekili, başbakana bir soru önergesi verdi. “Asaf Demirbaş’tan başka bu programları sunacak biri yok mudur?” diye. Hacda karşılaştık, haksızlık yaptığını söyledim ve programıma davet ettim.

Sigarayla ilgili çalışmaları vardı, geldi anlattı. Çıkışta, “Haksızlık yaptık” dedi, özür diledi. Takkesiz hafız Diyanet, bir dönem, “Takkesiz hafız çıkarılır mı, tasavvuf müziğine niye yer veriyorsunuz?” diye bizi eleştirdi. Şimdi, kendileri aynı şeyi yapıyor. Organ nakli tartışmasını bitirdik Organ nakli tartışılıyordu, bunun haram olduğunu savunanlar vardı. Diyanet de görüş belirtmeye çekiniyordu. Oysa, Diyanet’in “bunun mahzurlu olmadığına” dair 1965 tarihli bir fetvası vardı. Biz, bunu ortaya çıkarttık, tartışmalar da yumuşadı (Organ nakli tartışmaları, Organ Nakli Merkezi’nin açılmasıyla gündeme gelmişti. Merkezin sahibi ise Mehmet Haberal’dı). GÜÇLÜYDÜM, ELEŞTİRİLER HAKSIZDI Asaf Demirbaş, geçmişte yapılan bunca eleştiriye üzüldüğünü, bunlara katılmadığını, kendisine haksızlık yapıldığını düşünüyor. Dini programlar için yeterli olduğunu, işi bildiğini savunuyor. Buna kanıt olarak da, “Dinî terbiyenin insanın şahsiyetine ne gibi etkileri olabilir?” konulu doktora tezini, 4 ve 5. sınıflar için yazdığı Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitabının ilkokullarda okutulmasını gösteriyor. Demirbaş’a göre dinin, iman, ibadet ve ahlak boyutu programların içeriğinde dolu dolu verilmiş. İslam tarihi ve medeniyetinden, Hz. Peygamberin hayatına varan konu zenginliğini yakaladığını iddia ediyor: “Nezihe Aras yazıyordu, dramalar yapıyordum.

Mevlana ve Şems bunlardan biri. Kıssadan hisseler verdik. İslam diniyle ilgili değinmediğimiz konu kalmadı. Mesaj filmini, 25 bin dolara Mısır’dan alarak ilk kez televizyonda yayınladık. Hiçbir şeyi hafife almadık. Hata yapsaydım, orada tutmazlardı.” Laikliği benimsedim Demirbaş, bazı müdahaleler yaptığını ise açık yüreklilikle itiraf ediyor: “Biri diyor ki, ‘Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen kafirdir.’ Yayında böyle sert çıkış yapamazdık. Ama Veda Hutbesi’ni yayınladık, faizin haram olduğunu belirtiyordu. Kimse birşey demedi. ‘Hırsızlık yapanın kolu kesilsin’i veremiyorduk, ‘Cezasız kalmaz’ diyorduk. Kur’an’ı ve Peygamber sünnetini değiştirme yönünde bir faaliyetimiz yoktur. Bir insan, İslam’ın emirlerine uymazsa küfür de olur dinden de çıkar. Biz dinden çıkar, diyemiyorduk. İnsanların onurunun kırılmamasına özen gösteriyorduk.” Demirbaş, TRT’nin yayın ilkelerinin dışına çıkmamaya özen göstermiş. Zaten, anayasaya, laikliğe, Atatürkçülüğe, bilimselliğe ters yayınlar yapılamayacağına değiniyor. “Hiçbir zaman, Atatürk’e soğuk bakmadım; laikliği ruhumla, aklımla benimsedim ve yaşadım. Programlar laiklik çizgisinde yapılırken, İslam’ın ruhuna, esaslarına ters düşmediğime inanıyorum. Hiçbir dönem baskı görmedim, denetim vardı ama sizi zaten zorlamıyordu” diyor. Zorunlu din dersleri nasıl kabul edildi Program konuklarını ilahiyatçılardan ve Diyanet’teki uzmanlardan seçmiş Demirbaş. Farklı alanlardan konuk almasının eleştirilmesine ise bir anlam veremiyor: “Orman Haftası’nda orman genel müdürünü, vergi haftasında vergi uzmanını çağırıyorduk. Ormancıyı neden çıkardın, deniliyordu. Bunlar kötü müydü?” Demirbaş, ‘Askerin adamı’ ithamına da maruz kalmıştı. Askerleri yayınlara çıkardığı için böyle söylendiğinden yakınıyor: “Ahmet Okutan, albaydı, dışardan ilahiyatı bitirmişti. Yurt savunmasını anlattı. Turan Olcaytu, ‘Dinimiz ne emrediyor, Atatürk ne yaptı’ diye bir kitap yazmıştı.

Program yaptık, Atatürk ve inkılaplarının İslam dinine aykırı olmadığını anlattı. 12 Eylül sonrası, General Osman Güngör Feyzioğlu’nu çıkardım. ‘Askere Din Dersi’ adlı kitap yazmış, askeri okullarda okutuluyor. Atatürk’ün ‘Herkes dinini, diyanetini öğrenmeye mecburdur, bunun yeri de mekteptir’ sözünü açıkladı. İlahiyat profesörleriyle bir çalışma yapıyor ve Kenan Evren’i bu sözlerle ikna ediyorlar. Zorunlu din dersleri bu sayede kabul edilmiş.” ‘Demirbaş’ olmanın sırrı “İstenmeyen adam” ilan edilmesine rağmen yerinden oynatılamamasının sırrı neydi? Demirbaş, “TRT’nin demirbaşı” nitelemesine önce gülüyor, ardından “genel müdürler, başbakanlar, cumhurbaşkanları değişir, Asaf Demirbaş değişmez. Bunun yolu yok mudur?” yönünde yazıların çıktığını hatırlatıyor. Anayasa çizgisinden ayrılmadığını, çalışkan biri olduğunu söylüyor: “Yaptığım programlar, çıkardığım konuklar vesilesiyle güçlendim; çevremiz oluştu. Görevden alındığımda ses getireceğini biliyorlardı. Hizmet kusuru işlemedim, işimi de iyi yaptım.” Demirbaş, “kıskançlık ve hasedin” de eleştirilere kaynaklık ettiği kanaatinde. Öyle ki, tek kanalın olduğu bir dönemde, müdür, prodüktör ve sunucu olarak ekrana çıktığı için göze battığını, biraz da bundan suçlandığını söylüyor. Ekranın insanı yıprattığını, bu sıkıntıyı kendisinin de yaşadığını belirtirken, küçük bir itiraf geliyor: “Bizim de hatalarımız olmuştur ama kastımız, kötü niyetimiz olmamıştır.” aksiyon