Cinlerin meşveret yeri

Çocukluğumun Ankara’sında, İzmir’inde, orta halli memur, sınıf atlamış tüccar evlerinde, neredeyse şaşmaz surette iki adet kitap bulunurdu el altında, görünürde bir yerlerde: İzahlı, Resimli Rüya Tabirleri Kitabı ve İzahlı, Resimli Adab-ı Muaşeret kitabı.

Her iki kitap da bir başka, bir öte dünyadan haberci gibiydi, her ne kadar biri dünyevilikten diğeri uhrevilikten beslense de. Takip eden seneler boyunca, Rüya Tabirleri zamana yenilmemeyi başardılar; resimlendiler, ciltlendiler, ansiklopedilere dönüştüler. Adab-ı Muaşeret kitapları ise sessiz sedasız dalgalar halinde çekilip gittiler gündelik yaşamlarımızdan. Oysa vaktiyle ne kadar otoriter, nasıl da buyurgandılar. Hızla Batılılaşan, basamakları üçer beşer atlayarak modernleşen bir toplumun elifba’sıydılar. İstiridye nasıl yenir, trende bir yabancı ile neler konuşulur, karşıdan gelen bayana selam verirken fötr şapka nasıl tutulur, gülerken ağız mendil ile kapatılmalı mıdır… envai çeşit fuzuli ve resimli bilgi vardı bu kitapların henüz sararmamış sayfalarında. Bir özenti, bir hayali dünyadan dem vururlardı ya, tam da bu gerçek dışılıklarından alırlardı kudretlerini, cazibelerini, tıpkı bugünün pembe dizileri gibi. Salt kitaplarda değil sinemada da “adap” bereketli bir kuyuydu çek çek bitmez suyu; köylü kızlar hanımefendilere dönüşür, küçük hanım Avrupa’ya gider, her giden ölesiye değişmiş, incelmiş, medenileşmiş olarak geri dönerdi. Sonra… her yapaylık gibi bu da kendi reddiyesini beraberinde getirdi. Ya ifrat ya tefrit olduğu için sarkacımız, hızla savrulduk öte yana.

Bugünlerde Amerika “adap” kavramını tartışmakta. Dünyanın geri kalanının pek bilmediği bir nokta, 11 Eylül saldırılarından sonra Amerikan toplumundaki nezaket kurallarının da değişime uğramış olduğu. Bilhassa New York’ta insanlar eskisinden çok daha sabırlı ve anlayışlı birbirine karşı. Ortak bir acıyı beraber yaşamış olmanın verdiği bir kimya bu; gözle görülmez nezaket zerrecikleri dolaşıyor havada. Soluyorsunuz farkında olmadan. İnsanlar yol veriyor birbirine, selam veriyor yabancılar.

Nezaket bulaşıcı. Birisi size nazik davrandı mı, siz de bir başkasına nazik davranıyorsunuz. Nezaketin ölçüsü ne istiridyeler, ne de şapka çıkarmalar. Nezaketin küçük, basit bir ölçüsü var aslında: Kapılar! Ne tuhaf, eşiklere kudret, kapılara mana atfeden Türk insanının, kapılardan geçerken böylesine kabalaşabilmesi. Kendimizi kandırmayalım. Türkiye’de evlerin içi ile dışı arasında muazzam bir uçurum var. Evlerimiz pırıl pırıl, ferah ve özenli. Ama her şey eşiklere kadar. Cinlere mekan bellediğimiz, duasız geçmediğimiz eşiklerde bitiyor özenimiz, temizliğimiz. Sokağa adım atar atmaz değişen sadece temizlik ölçülerimiz değil, bir o kadar da hareketlerimiz. Sanki dışarısı bir orman da, biz orada yürüyebilmek için çarpmak ve ezmek, yarışmak ve katılaşmak durumundayız. Depremden sonra bir müddet değişir gibi oldu sanki. Acı yaklaştırdı insanları birbirine. Senelerdir komşu olanlar, kapılarda karşılaşanlar birbirlerine ilk kez iki çift laf ettiler deprem gecesi sokakta beraber sabahlarken. Bir müddet yabancılar yabancı gibi davranmadı birbirine; aynı şehirde aynı tehlikelere maruz kalarak yaşayan vatandaşlar, yoldaşlar gibi davrandık. Derken gündelik yaşamın hayhuyu ağır bastı, hızla bir temizlik yaptık hafızalarımızda.

Hatırlamak istemediğimiz ne varsa süpürdük halı altlarına. Acı yaklaştırmıştı bizi birbirimize, unutkanlık uzaklaştırdı. Bombalamalardan sonra gene aynı mekik. Gene aynı malum gel-git. Unutkanlığıyla namdar kolektif hafızalarımız. Hızla döndük eski halimize. İtiraf edemesek de bunu kendimize, yurtdışına çıkan her Türk’ün acıyla idrak ettiği gibi, Batı’da kamusal alanda insanlar yabancılara belki de evlerinde olduğundan daha nazik davranmaktalar. Bizde tersine dönmüş çark. Biz sadece evlerimizde, kendi çevremize, misafirimize nazik, sokaklarda ise ölesiye kabayız.

“Cinlerin meşveret yeri” denirdi bir vakitler eşiklere. Birbirimize kapıları tutmayı öğrendiğimiz gün, “adab-ı muaşeret yeri’ olacak eşikler, özenti bir modernleşme adına değil, komşuna, yabancıya ve dahi zatına hoşça bakmak, bakabilmek adına...

06 Mayıs 2006, Cumartesi